7 Kasım 2016 Pazartesi

1. HİPOFiZ BEZi HASTALIKLARI

      Endokrin sistem, hormon salgılayan bezlerden oluşmaktadır. Hipofizi bezi, organizmada birçok hormonun salgısını idare eden bir bezdir.
      Hormonlar, dokuların ya da organların yapısal ve işlevsel bütünlüğünü sağlayan, özel kimyasal mesaj ileticilerdir; endokrin bezler tarafından salgılanır ve hedef organlara kan yoluyla giderek gerekli etkiyi gösterir.
      Hormonlar, aşırı miktarda salgılandıklarında, glandüler hiperfonksiyondan, az salgılandığında hipofonksiyondan söz edilir. Bir hormonun hipo ya da hiperfonksiyonu diğer bezleri de etkiler. Endokrin sistemde yer alan bezler; hipofiz, tiroid, paratiroid, adrenaller, pankreas adacıkları, overler, testisler ve timustur.



1.1. Diabetes İnsiputus 
   
       Diabetes insiputus, ADH (antidiüretik hormon) eksikliğine bağlı olarak ortaya çıkar.

Etyoloji: Bu hastalık, daha çok hipotalamus ya da hipofizdeki bir tümörün ya da ADH sekresyonunun kontrolünün yapıldığı hipotalamus bölümünün harabiyeti sonucu ortaya çıkar. Hastalar, ADH eksikliği olduğu için fazlasıyla idrar çıkarırlar. İdrar miktarı 18 litreye kadar çıkabilir. Hastalar, glomerüler filtratın ortalama hacmi karşısında fazla su içerek vücudun su ihtiyacını dengelemeye çalışırlar. Bu hastaların 4-20 litre arasında su içmesi gerekir.

Belirtiler ve Bulgular


  • Polidipsi (çok su içme),
  • Poliüri (çok idrar yapma),
  • İştahsızlık, kilo kaybı, yorgunluk, noktüri,
  • Bilinç kaybı olanlarda ve çocuklarda dehitratasyon (az su alımına bağlı olarak) görülür.


Tanı Yöntemleri:

       İdrar dansitesi (yoğunluğu) 1005 ve daha altında olabilir. Osmolarite 200 m Osm/kg’ın altındadır, su kısıtlama testi yapılır. Ozmotik uyarı testi, vazopressin testi ve ADH ölçümü yapılarak tanı konur.

Tedavi:

      Etyolojiye yönelik tedavi yapılır.


1.2. Akromegali

       Akromegali, hipofiz ön lobunun aşırı çalışmasına bağlı olarak büyüme hormonunun (Growth Hormon) artması sonucunda ortaya çıkan bir tablodur. Eğer erişkin dönemde ortaya çıkarsa kemikler uzamaz; ancak yumuşak dokularda fazlalaşma ve kemiklerde kalınlaşmaya neden olur. Gelişen bu tabloya, akromegali denir. Büyüme hormonu, sanıldığı gibi ergenlik bitimiyle durmaz, aksine salgılanma devam eder; ancak uzun kemiklerin uzaması durur. Büyüme, kemiklerde dursa da öteki dokularda devam eder. Hormon fazlalığı; kemik, bağ ve kas dokularının, iç organların ve damarların genişlemesine neden olur.

Etyoloji:

       Hastalığın temel nedeni hipofiz bezi tümörleridir.

Belirtiler ve Bulgular


  • Yüzde kabalaşma,
  • Dudaklarda kalınlaşma, dilde büyüme,
  • Seste kalınlaşma,
  • Karaciğer ve böbreklerde büyüme,
  • Burun da iki kat büyüme,
  • Alt çenede öne doğru uzama,(1-1,5 cm)
  • Supraorbital kenarlarda genişleme,
  • Ayaklarda büyüme (44 numara ve daha yukarısı olabilir.)
  • Ellerde iki kat büyüme, parmaklar da kalınlaşma,
  • Vertebralarda büyüme ve buna bağlı olarak kifoz oluşumu,( Bu fiziksel değişmelerin geri dönüşümü olmaz.) 
  • Hipofiz tümörünün neden olduğu basınç ve basıya bağlı olarak baş ağrısı ve görme bozuklukları gelişir.
  • Bu hastalarda hipertansiyon, koroner arter hastalıkları ve diabet gibi hastalıklara yatkınlık artması görülür.



Tanı Yöntemleri:

      Büyüme hormonunun yüksekliği tanıya götürebilir. Ancak büyüme hormonu (GH), açlık, hipoglisemi, stres, heyecan, egzersiz, travma gibi durumlarda da artmaktadır. Bu nedenle tanı için ayrıca glukoz yükleme testi yapılması gerekir. Normalde glukoz yüklemesi yapıldığında, kanda GH görülmez.

      Kişide akromegali varsa kanda GH tespit edilir. MR ve tomografi ile hipofiz tümörleri tespit edilebilir. Normal grafilerde sella tursikanın büyüklüğü görüntülenebilir.

Tedavi:

Medikal tedavi ile hormon seviyesi aşağıya çekilmeye çalışılır. Cerrahi tedavi ile hipofiz tümörleri çıkarılabilir. Radyoterapi; cerrahi tedavi ile tümörlerin alınamadığı ya da alınamayacağı ve medikal tedavi ile GH düzeyleri düşürülemediği durumlarda uygulanır.

1.3. Jigantizm (Devlik)

      Jigantizm, ergenlik çağından önce fazla miktarda büyüme hormonu salgılanmasına bağlı olarak büyüme olayının kontrolden çıkması sonucu oluşan dev görünüm durumudur.

Etyoloji:

      Jigantizme neden olarak hipofiz bezinde gelişen tümör varlığı düşünülür. Hastalık; ergenlik öncesi, çocukluk döneminde ortaya çıkar.

Belirtiler ve Bulgular:

       Uzun kemiklerde epifizler kapanmadığı için aşırı uzama görülür. Bu aşırı uzama uzun kemiklerde olduğu gibi bütün vücut dokularında da görülür. Boy uzunluğu 2,40- 2,70 cm olabilir. Boy uzaması dışında diğer belirtiler, akromegalide olduğu gibi ortaya çıkar.




Tanı Yöntemleri: Akromegalideki tanı yöntemleri kullanılır.

Tedavi: GH’u baskılamaya yöneliktir. Tümörün alınması kişinin yaşamı için şarttır.

 1.4. Dwarfizm (Cücelik) 

       Dwarfizm, hipofiz ön lobundan salgılanan hormonların çocukluk çağında yetersiz salınımı sonucu gelişir. Genel olarak vücut bölümleri orantılıdır; ancak, gelişme hızı yavaştır. Çocuk, 10 yaşına geldiğinde, fiziksel olarak 4-5 yaşındaki çocuk gibi;20 yaşına geldiğinde 7-10 yaşındaki çocuk gibi görünür. Sadece büyüme hormonu eksikliği varsa bu kişiler, seksüel olarak olgunlaşırlar ve çocuk sahibi olabilirler.






Etyoloji:

       Büyüme hormonları ve diğer ön hipofiz bezinden salgılanan hormonların azalması, konjenital olabileceği gibi çeşitli kanamalar, travmalar, enfeksiyonlar ve tümör nedeniyle de olabilir.

Belirtiler ve Bulgular:

       Cücelikte, tüm vücut küçük olduğu için salgılanan çok az miktardaki hormon, kişiye yetebilir. Örneğin, çok az salgılanan tiroid stimülan hormon ve adrenokortotropik hormon kişiye yeter ve mental gerilik görülmez.

      Dwarfizmde;

  • Kas gücünde azalma,
  • İnfertilite,
  • Letarji,
  • Fazla kilo alma, (tiroid hormonlarının azlığı sonucu)
  • Menstrüasyonda azalma görülür.


Tanı Yöntemleri:

        Tanı için anamnez ve fizik muayene yeterlidir. Nedenlerin tespiti için hormon tetkikleri yapılır. İleri radyolojik incelemelerle hipofiz görüntülenebilir

Tedavi:

       Hastalık, eksik olan hormonların yerine konulması ile tedavi edilebilir.

6 Kasım 2016 Pazar

3. DOLAŞIM ÇEŞİTLERİ VE ÖZELLİKLERİ

Dolaşım, kan dolaşımı ve akkan (lenf) dolaşımı olarak iki başlık altında anlatılacaktır.

3.1. Kan Dolaşımı  

       Kan dolaşımı, büyük (sistemik) dolaşım ve küçük (pulmoner) dolaşım olarak ikiye ayrılır. Ayrıca kan dolaşımı içinde portal dolaşım ve plesental dolaşıma da yer verilecektir
.
3.1.1. Büyük Kan Dolaşımı (Sistemik Dolaşım)  

       Büyük kan dolaşımı, sol ventrikülden başlar, sağ atriumda sona erer. Ventriküllerin kasılması ile sol ventriküldeki temiz kan aorta pompalanır. Aort, kalpten çıktıktan sonra sola doğru bir yay çizerek ikiye ayrılır. Üste giden arterler baş ve kollara, alta ayrılan arterler ise birçok yan arterle mide, pankreas ve barsaklar gibi bütün iç organlara ve alt ekstremitelere yayılır. Doku ve organlara ulaşan bu arterler, çok sayıda kapiller damarlara ayrılır. Bütün madde alış verişi, bu kapillerdeki kan ile doku hücreleri arasında olur. Özellikle temiz kandaki oksijen dokulara, karbondioksit ise kana geçer. Kirlenen kan, kapillerden venlere iletilir. Vücudun alt bölgesinden toplanan kan vena cava inferior yoluyla, üst bölgesinden toplanan kan ise vena cava superior yoluyla sağ atriuma döner. Kalp ve dokular arasındaki bu dolaşıma büyük kan dolaşımı denir.

3.1.2. Küçük Kan Dolaşımı (Pulmoner Dolaşım)  

      Küçük dolaşım sağ ventrikülden başlar sol atriumda sona erer. Ventriküllerin kasılması ile kirli kan, sağ ventrikülden akciğerlere gitmek üzere a. pulmonalise pompalanır. A. pulmonalis, kalpten çıktıktan sonra ikiye ayrılarak sağ ve sol akciğerlere dallar gönderir. Akciğerlere giren bu arterler, alveollerin çeperinde kılcallara ayrılır. Burada kirli kandaki karbondioksit alveollere; alveolerdeki oksijen ise kana geçer. Akciğerlerde temizlenen kan, vena pulmonalisler yolu ile kalbin sol atriumuna döner. Kalp ile akciğer arasında olan bu dolaşıma küçük kan dolaşımı denir.



3.1.3. Portal Dolaşım  

       Abdominal bölgede tek olan organların (mide, dalak, pankreas, ince ve kalın bağırsak) kanlarını toplayan venler birleşerek vena portayı oluştururlar. Vena portea, 9 cm kadar ilerledikten sonra porta hepatisten (karaciğer kapısı) karaciğerin içine girer. Karaciğer içine giren V. portae, burada daha küçük dallara ayrılarak karaciğerin küçük birimleri olan lobuluslar arasında kapiller ağlar oluşturarak hücreler arası bölmeciklere açılırlar. Burada işlenmiş duruma gelen kan, tekrar karaciğerde küçük venler halinde toplanır. Bu venler birleşerek vena hepaticayı oluşturur. V. hepatica karaciğer dışına çıkışta vena cava inferiora açılır. Bu dolaşıma portal dolaşım denir.
Portal dolaşımla sindirim sisteminden emilerek dolaşıma katılan maddeler karaciğerde pek çok işlemden geçirilir. Böylece karaciğer, koruma ve metabolizma ile ilgili birçok faaliyetini yerine getirmiş olur.




3.1.4. Plasental Dolaşım  

      Anne karnındaki bebeğin (fetüsün) kendine özgü dolaşım sistemi vardır. Fetüsü uterus (rahim) içinde besleyen ve solunumunu sağlayan dolaşım sistemine plasental dolaşım sistemi denir.
Fetüs, oksijen ve besinlerini plasenta aracılığıyla sağlamaktadır. Plasenta, anneden kan yoluyla aldığı besin maddeleri ile oksijeni villuslardan süzerek göbek kordonuna (chorda umblicalis) verir. Göbek kordonu aracılığıyla kan fetüsa iletilir. Fetüs içinde dolaşım sağlandıktan sonra tekrar fetus kanı göbek kordonu aracılığıyla plasentaya geri döner. Göbek kordonunda iki arter bir ven bulunur. Arterlere a. umbilicalis, vene V. umbilicalis denir. V.umblicalis, oksijen yönünden zengin arter kanı, arterler de venöz kan taşır.
 
Fetüs dolaşımının özellikleri ;


  • Fetal dolaşımda kalp içi ve kalp dışında ek bağlantılar vardır. Bunlar:  


  1. Sağ ve sol atrium arasındaki septumda foramen ovale denen açıklık vardır.
  2. Plasentadan umblikal ven vasıtasıyla gelen kanı vena cava inferiora aktaran kanal vardır. Bu kanala ductus venosus (arantius kanalı) denir.
  3. A. pulmonalis ile sağ ventrikülden atılan kanı aorta aktaran kanal vardır. Buna ductus arteriosus (bottal kanalı) denir.  


  • Fetüste akciğerler inaktiv durumdadır (Çalışmaz.)
  • Fetüs akciğeri kandan O2 alır. Kana CO2 verirler. 
  • Fetüste sağ ventrikül hacminin ancak bir kısmı akciğerlere gider.
  • Fetüste kirli ve temiz kan karışık vaziyettedir. Dokulara giden kanın oksijenlenme oranı % 60’dır. Plasenta alçak dirençli bir bölge olup gaz değişiminin olduğu yerdir. Bütün metabolizma artıklarının ve temel kimyasal maddelerin, besinlerin alındığı verildiği bölgedir. 
  • Plasenta fetüste akciğer, böbrek ve bağırsakların işlevini yerine getirir.   
 Fetüs Dolaşımının Fizyolojisi

      Plasentadan umblikal venle fetüse gelen kanın yarısı karaciğere gelir. Buradan hepatik venle V. cava inferora katılır. Diğer yarısı ductus venosus ile direkt olarak V. cava inferiora katılır. Bu kan vücudun üst tarafından gelen kanla birlikte sağ atriuma dökülür. Sağ atriumdaki kanın bir kısmı foramen ovale yolu ile sol atriuma, sol ventriküle oradan da aortaya gider. Sağ atriumdaki kanın bir kısmı ise sağ ventriküle gelir. Bunun bir kısmı fetüsün akciğerlerine bir kısmı da ductus arteriosus ile aortaya karıĢır. Aortdaki kanın bir kısmı vücudun üst tarafına, bir kısmı ise vücudun alt tarafına gönderilir. Aortadaki kanın % 73’lük bölümü ise umblikal arter vasıtası ile gerekli değişimin olması için plasentaya gider. Değişim olduktan sonra aynı dolaşım devam eder.



3.2. Lenf Dolaşımı 

      Lenf sistemi yapısı itibariyle dolaşım sisteminden çok farklıdır. Dolaşım sisteminden bağımsız olarak çalışan lenfatik sistem bağışıklık sistemi içeriğini yine dolaşım sistemine boşaltır ve genel olarak bağışıklıkta rol alır.
      Lenf sistemi, kılcal damarlardan doku aralığına geçen ve hücreler arası sıvıyı tekrar toplayarak genel dolaşıma katılmasını sağlayan; vücutta bezler, kanallar, organlar oluşturan sistemdir. Lenf damarları içinde dolaşan, kan plazması ve lenf proteinlerinden oluşan dolaşım sıvısına da lenfa denir. Lenf sıvısı beyin hariç vücudun her yerinde sürekli dolaşır. Lenf sistemini oluşturan yapılar şunlardır:

  •  Lenf damarları
  • Lenf kanalları
  • Lenf organları   




3.2.1. Lenf Sisteminin İşlevi 


  • Doku sıvısı içindeki yabancı ve zararlı maddeleri (mikroorganizma, parazit, hücre atığı vb.) lenf düğümleri içinde süzmek ve temizlemek
  • Vücudu mikroorganizmalara karşı koruyan lenfositleri lenf nodüllerinde üretmek ve bu maddelerin kan dolaşımına katılımı sağlamak 
  • İnce bağırsaklardan yağ asitlerinin emilimini sağlamak 
  • Hücreler arasında ve boşluklardaki su, protein ve elektrolit içeren sıvıyı toplamak ve kan dolaşımını katmak 

       Kan dolaşımında, arterial kapillerden süzülen ve hücreler arasına akan sıvı, venöz kapiller tarafından tekrar kana emilir; ancak bu sıvının 1/10’i geri emilemez. Geri dönmeyen bu sıvı, (lenfa) terminal lenfa kapilleri tarafından toplanır. Lenf dolaşımı ile tekrar kan dolaşımına katılır. Böylece ven kapilleri ile kan dolaşımına döndürülemeyen protein, su ve elektrolitler lenf sistemi ile kana karışmış olur.  

3.2.2. Lenf Damarları 

       Lenf sistemi, periferde lenf kapilleri olarak başlar. Bu kapiller birleşerek lenf damarlarını oluşturur. Dokularda çok yaygın olarak bulunan lenf kapilleri, dokulardaki sıvı fazlasını toplar. Bu toplayıcı ağa lenfa kolektörleri denir. Lenf damarları, bazen yüzeysel olarak derinin hemen altındaki yağ tabakasında bazen de iç organların ve dokuların derinlerinde yer alır. Tek katlı yassı epitel hücreden oluşan lenf damarlarının duvarları oldukça incedir. Lenf damarları içinde lenfanın merkeze doğru akışını sağlayan valvüller vardır.  
      Lenf sıvısını lenf düğümlerine getiren damarlara, vasa lymphaticum afferentia (getirici lenf damarları) ve lenf düğümüne getirilen sıvıyı uzaklaştıtran lenf damarına da vasa lypmhaticum efferentia (götürücü lenf damarları) adı verilir.
 
3.2.3. Lenf Kanalları  

Büyük lenf damarları birleşerek vücutta iki büyük lenf kanalını oluşturur. Bu kanallar ductus thoracicus (göğüs lenfa kanalı), ductus iymphaticus dexter (sağ lenfa kanalı)dır.
 
Ductus thoracicus (Göğüs lenf kanalı): Yaklaşık 40 cm uzunluğunda 4,10 mm çapındadır ve kanal boyunca valvüller bulunmaktadır. Ductus thoracicus; abdomende birinci lumbal vertebralar hizasından başlar, aort arkasından diyaframayı geçerek sol pirogoff açısına açılır. Baş, boyun ve göğsün sol tarafının, sol üst ekstremitenin, karın ve pelvis boşluğu organlarının ve alt ekstremitelerin lenfasını toplar.  
Ductus iymphaticus dexter (Sağ lenf kanalı): 1 cm uzunluğunda 3-4 mm çapında olan bu kanal başın, boynun, göğsün sağ tarafının ve sağ üst ekstremitenin lenfasını toplar ve sağ pirogoff açısına açılır.

3.2.4. Lenf Organları 

Lenf organları; lenf nodülleri, mukoza içi nodüller, bademcikler, timus bezi ve dalaktır.





  • Lenf nodülleri (Düğümleri)  

        Basık fasulye ya da mercimek büyüklüğünde lenf dokusu kütleleridir. Çapları 1 ile 25 mm arasında değişir. Lenf düğümlerinin yapısında yer alan foliküller, makrofajlar, monositler ve plazma hücrelerinden oluşur.
 
       Lenfa, bu nodüllerde süzüldükten sonra lenf damarlarına akar. Bu süzme işlemiyle lenf sıvısı yabancı cisimler ve mikroorganizmalardan arınmış olur. Ayrıca bakteri ve toksinlere karşı savunma hücreleri (antikor, lenfosit) yaparlar.
  
      Lenf damarları boyunca 500 kadar lenf nodülü vardır. Bazen tek bazen de küme hâlinde vücuda dağılmışlardır. Önemli lenf düğümleri çene altı, boynun derin kısmı, göğüs boşluğunda mediastinum, karında porta hepatis ve mezenteryum, koltuk altı, dirsek çukuru, kasık, dil ve hiluslarda bulunmaktadır.

  • Mukoza içi nodüller  
         Boru şeklindeki organların genelinde, mukoza tabakasına ait bağ dokusu içinde küçük lenf dokusu kümecikleri vardır. Bu kümecikler lenf folliküllerinden oluşmuştur. Bağırsak, soluk borusu, bronş ve bronşcukların mukozasında sıralar hâlinde ya da tek tek bulunurlar. En çok bağırsak mukozasında dizeler hâlinde bulunurlar.  




  •  Tonsillalar (Bademcikler)  

       Oropharynx içine yerleşmiş lenf dokusu kümeleridir. Bu kümeler lenf folliküllerinden oluşmuştur. Sağ ve sol olmak üzere iki adet olan tonsillalar, ince bir kapsülle sarılıdır. Tonsillalar, çocuklarda yetişkinlere göre daha büyüktür. Tonsillalarda lenf akışı, boyun ve çene altı lenf nodüllerine doğrudur. Tonsillalar solunum yollarının savunma bariyerleridir. Bu nedenle sık sık iltihaplanabilirler.

  • Timus bezi  

      Timus toraks boşluğunda sternumun arkasında, ön mediastinuma yerleşmiştir. Simetrik olmayan iki lobdan meydana gelmiştir. Timus bezi lenfoid dokudan oluşmuştur. Ergenliğe kadar gelişmeye devam eder ve ağırlığı 30–40 grama kadar ulaşır. Ergenlik döneminden sonra yavaş yavaş küçülerek yerini yağ ve bağ dokusuna bırakır. Çocukluk çağında lenfosit üreterek vücudun savunma mekanizmasında rolü vardır.



 

  • Dalak  

        Lenfoid dokudan oluşan dalak, lenf sisteminin en büyük organıdır. Karın boşluğunun sol üst tarafında, diyaframanın altında bulunan dalak, tunica fibrosa denilen kapsülle örtülüdür. Dalak, loblardan oluşmuştur. Siyaha çalan kırmızı renkte olan dalak; 13 cm uzunluğunda, 8 cm genişliğinde, 200 gram ağırlığında, içi kanla dolu bir organdır. Sempatik sinirin uyarılmasıyla dalak kapsülü güçlü bir şekilde kasılır ve depo edilen kanı dolaşıma gönderir.

Dalağın görevleri;


  • Yaşlanmış eritrositleri süzmek ve parçalamak 
  • Kan depolamak
  • Lenfosit üretmek  







5 Kasım 2016 Cumartesi

2.2. VENLER ve KAPİLLER

         Dokulardan kirlenmiş kanı toplayarak kalbe getiren damarlardır. Akciğer toplardamarı (vena pulmonalisler) hariç diğer venler kirli kan taşır. Büyük dolaşımda venler periferden aldıkları venöz kanı kalbin sağ atriumuna getirir. Küçük dolaşımda ise arterial kanı akciğerlerden alarak sol atriuma getirir.

        Venler vücutta dağılırken genellikle bir arterle birlikte seyreder ve birlikte ilerledikleri artere paralel isim alır. Örnek: A. pulmonalis, V. pulmonalis


Resim 1: Venin içindeki valvüller

         Ven duvarları arterlere oranla daha incedir. Venler periferden venüller olarak başlar. Kalbe yaklaştıkça kalınlaşır. Kalp düzleminden aşağıda kalan venlerde kanın kalbe doğru akışını sağlayan valvüller (kapaklar) bulunur. Bu valvüller açılıp kapanarak kanın venlerden geri dönüşünü engeller ve böylece kan akışı kalbe doğru olur. Kalp seviyesinin üstünde ve çapı 2 mm’den küçük venlerde valvül yoktur. Venlerin duvar yapısı arterlerde olduğu gibi üç tabakadan oluşmuştur. Vucuttaki bütün venler vena cava superior ve vena cava inferiora bağlanır ve kalbe bu venler aracılığı ile giriş yapar.


Vena Cava Superior

        Vücudun üst yarısının (baş, boyun, göğüs, üst ekstremiteler) venöz kanını toplayarak kalbin sağ atriumuna açılır. 8 cm uzunluğunda, 2 cm çapında kalın kapakcık içermeyen bir vendir. Bu ven V. brachiocephalica sinistra ve V. brachiocephalica dextranın birleşmesiyle oluşur.


V. brachiocephalica (Kol-baş toplardamarı): Vücudun orta düzleminin sağında ve solunda iki adet bulunur. V. brachocephalica dekstra ve V. brachocephalica sinistranın birleşmesiyle oluşur. V. brachocephalica dekstra ve sinistra bulundukları taraftaki V. jugularis interna ile V. subclavianın birleşmesinden meydana gelir. V. jugularis interna ile V. subclavianın birleştikleri yere angulus venosus veya pirogoff açısı denir. Baş, boyun ve üst taraf venleri bu toplardamarla birleşir ve daha sonra vena cava superiora katılır.


V. jugularis interna (İç boyun toplardamarı): Beynin, boynun ve yüzün yüzeyel venleriyle başlangıç yapar. Buraların venöz kanını topladıktan sonra boynun sağ ve solundan aşağıya iner ve V. brachocephalicaya katılır

.
V. jugularis externa (Dış boyun toplardamarı): Kafanın dış kısmının ve yüzün derin plandaki venöz kanını toplayarak V. subclaviaya açılır.


V. subclavia (Köprücük altı toplardamarı): Köprücük kemiklerinin alt kenarlarında yer alan V. axillaristen başlar. Her iki tarafta V. jugularis interna ile birleşir ve V. brachocephalicaya katılır.



Ad:  damar13.JPG
Gösterim: 880
Boyut:  41.1 KB
V. subclaviaya katılan üst ekstremite yenleri yüzeyel ve derin venler olarak ikiye ayrılır. Üst ekstremitelerin derin yenleri şunlardır:

• V. axillaris: Ön kolun yüzeyel venlerinden V. basilicanın koltuk altı çukurundan itibaren devamıdır. V. subclaviaya kadar devam eder.

 V. brachialis: Aynı addaki artere eşlik eder.

• V. radialis: Ön kolun ve elin dış yanının venöz kanını toplar. V. brachialise kadar devam eder.

• V. ulnaris: Ön kolun ve elin iç yanının venöz kanını toplar. V. brachialise kadar devam eder.

Üst ekstremitelerin yüzeyel venleri şunlardır:

• V. cephalica: El sırtı dış yan ucundan başlar ön kol ön yüzüne gelir ve ön kolun dış yanı boyunca dirsek önüne doğru ilerler. Kol dış yan boyunca devam ederek V. axillarise açılır.

• V. basilica: El sırtı iç yan ucundan başlar. Kol iç yan boyunca yukarı doğru ilerleyerek V. axillarise açılır.

• V. mediana cubiti: Dirsek ön kısmında aşağıdan yukarı doğru uzanan sefalik ve basilik venleri birleştiren vendir.

• V. mediana antebrachi: Ön kolun iç yana yakın taraftan yukarı doğru uzanarak V. mediana cubiti V. vena basilica ile birleşir.
Damar içi enjeksiyon (I.V) ve kan almak için en çok ön kolun yüzeyel venleri kullanılır.

Vena Cava İnferior

         Vücudun diyafragma altında kalan venleri, kirli kanı toplayarak V. cava inferiora getirirler. V. cava inferior kalbin sağ atriumuna açılır. Bu ana ven, V. iliaca communis dextra ve V. iliaca communus sinistranın 5. bel omuru hizasında birleşmesinden meydana gelir. Ortalama 25 cm uzunluğunda vücudun en büyük venidir.
Vena cava inferiora katılan venler şunlardır:

V. lumbales: Aynı addaki arterlere eşlik ederler. Sağda ve solda ikişer tanedir.

V. renalis (Böbrek veni): Sağda ve solda birer tanedir.

V. suprarenalis dextra: Sağ böbrek üstü bezi venidir.

V. phrenicae inferior: Aynı addaki arterlerlere eşlik eder. Diafragma venidir.
V. hepatica: Karaciğer venidir.

V. portae (Kapı veni) : Sindirim sistemi organlarından bağırsaklar, mide, dalak ve pankreas venleri önce kendi aralarında birleşerek bir ven kütüğü oluştururlar. Karaciğerin alt yüzü ve pankreas civarında meydana gelen bu kütüğe V. portae adı verilir. 
Ad:  damar14.JPG
Gösterim: 809
Boyut:  44.2 KB

       Alt ekstremitelerin ve pelvisin venöz kanı en son vena iliaca communislerde toplanır ve bu damarlar aracılığıyla V. cava inferiora katılır. Bu bölgelerin venöz kanını toplayan venler şunlardır:

V. iliaca communis (Kalça veni): Bu ven her iki tarafta V. iliaca extema ve V. iliaca internanın birleşmesinden oluşur. V. iliaca interna, pelvis ve dış genital organlarının kanını toplar. V. iliaca externa ise alt ekstremitelerin kanını toplar.

       Alt ekstremite venleri üst ekstremitelerde olduğu gibi derin ve yüzeyel olmak üzere ikiye ayrılır. Alt ekstremitelerin derin venleri arterlerle aynı adı alarak periferden merkeze doğru V. tibialis anterior ve V.tibialis posterior, V. poplitea, V. femoralis olarak V. iliaca externaya katılır. Alt ekstremitelerin yüzeyel venleri V. saphena magna ve V. saphena parvadır.

V. saphena magna (Büyük safen ven): Ayak başparmağı dorsal yüzünden başlayıp bacağın ve uyluğun ön iç tarafından yukarı doğru ilerleyerek V. femoralise açılır. Vücudun en uzun veni olan büyük safen veni ortalama 80 cm kadardır. Bu vene bacak ve uyluk bölgesinden birçok yüzeysel ven açılmaktadır.

V. saphena parva (Küçük safen ven): Bu ven ayak küçük parmağından başlar. Bacağın ortası boyunca ilerleyerek diz ardında V. popliteaye açılır.
Ad:  damar15.JPG
Gösterim: 817
Boyut:  51.3 KB


Kapiller (Kılcal Damarlar)

      Kapiller, ince çaplı ve ince duvarlı damarlardır. Çeperleri yarı geçirgendir. Arterlerin dokulara ulaştığı en ince uçlarına arter kapilleri, venlerin başlangıç yaptığı en ince uçlarına ven kapilleri denir. Arter ve ven kapilleri yer yer anastomaz yapar. Bu anastomaz yerleri bir yumağa benzer, madde geçişleri buralarda olur. Arter kapilleri kalpten büyük arterlere pompalanan oksijen ve besin maddelerinden zengin kanın, hücreler arası sıvıya taşınmasını sağlar. Ven kapilleri ise hücrelerdeki atık maddeleri ve karbondioksitin alınmasını sağlar.
Ad:  damar16.JPG
Gösterim: 786
Boyut:  25.6 KB

Kan Basıncı (Tansiyon)

       Dolaşım sisteminin işlevlerinden biri de damarlar içinde belli hızda ve sürekli olarak kan akımını sağlamaktır. Kalbin her sistolünde, arterlere pompalanan kan, damar yüzeyine bir basınç uygular. Kalp ventriküllerinin sistolü sonucu, kanın arter duvarlarına yaptığı basınca sistolik kan basıncı (büyük tansiyon) denir. Kalbin ventriküllerinin diastolü sırasında arter duvarlarında oluşan direnç basıncına ise diastolik kan basıncı (küçük tansiyon) denir.
       Kan basıncı, cıva basıncına göre belirlenen standart birim ile tespit edilir. Normal bir erişkin insanda sistolik basınç ortalama 120 mmHg, diastolik basınç 80 mmHg olarak bilinir. İnsan organizmasının ihtiyacına göre kan akış hızı değişebilir. İhtiyaca göre oluşan bu değişikliği otonom sinir sistemi düzenler, böylece vücudun ortalama kan basıncı düzenlenmiş olur.

Nabız

       Sistol esnasında, kalbin sol ventrikülünden aortta atılan kanın oluşturduğu basınç arter duvarında dalgalanmalara yol açar. Basıncın etkisiyle arterlerde oluşan dalgalanmalara nabız denir. Bir dakikalık süre içinde kalbin kasılmasıyla atılan kanın arter duvarına yaptığı basıncın sayısına nabız sayısı denir. 

        Nabız sayısı normal insanda 60-80/dk. arasındadır. Nabız, kalbin bir dakikalık süre içerisinde arterlere kaç defa kan pompalandığının ve pompalama işleminin ritmik olup olmadığının göstergesidir. Nabız genellikle arteria radialisten (el bileğinden) alınır.



4 Kasım 2016 Cuma

2. Damarların Yapısı ve İşlemleri - Arterler

2. DAMARLARIN YAPISI VE İŞLEVLERİ

 Damarlar (vasa); kanın dolaştığı boru şeklindeki yapılardır. Damarlar atardamarlar (arteriae/ arterler), toplardamarlar (venae/venler) ve kılcal damarlar (kapiller) olarak üç grupta incelenir.

2.1. Arterler

      Kalpten pompalanan kanı vücut hücrelerine taşıyan damarlara arter denir. Akciğer atardamarı (arteria pulmonalisler) hariç diğer arterler temiz kan (oksijen yönünden zengin) taşır. Arterlerin duvarları kalın kas ve elastik doku tabakasından yapılmş olup lümenleri dardır.

      Duvarları venlere göre daha kalındır çünkü arterlerdeki kan basıncı venlere göre daha yüksektir. Arterlerde kanın akıĢ yönü kalpten çevreye doğrudur. Arterlerin çapları merkezden perifere doğru incelir. Çapları küçülen ve kas dokusu kuvvetlenen arterlere arteriol denir. Arterioller içinden kan geçerken kan akımına karşı direnç gösterirler. Bu dirence periferik direnç denir.

                                                 

Arterler üç tabakadan oluşmaktadır.


  • Tunica adventitia (Dış tabaka): Elastik bir zarla kaplıdır. Sempatik sistemin vazomotor sinirleri bu tabakada bulunur. Orta tabakadaki gevşeme daralma buradan yönetilir.
  • Tunica media (Orta tabaka): Düz kas, kollagen ve elastik liflerden oluşur. Arterlerin en kalın tabakasıdır. Bu tabaka arterlerin daralmasını (vazokonstriksiyon) veya gevşemesini (vazodilatasyon) sağlar.
  • Tunica intima (iç tabaka): Endotel hücrelerden oluşur. Bu hücreler damar içi kayganlığı sağlar ve böylece pıhtılaşmayı önler. 
resim.2. İnsan vücudundaki büyük arterler


2.1.1. Truncus Pulmonalis (Pulmonal Arter, Akciğer Atardamarı)

        Truncus pulmonalis, kalbin sağ ventrikülünden çıkarak aortun yükselen parçasının önünden yukarıya doğru döner ve aort kemeri altına kadar gelir. Burada a. pulmonalis dextra ve a. pulmonalis sinistra adında sağ ve sol iki kola ayrılır. A. pulmonalis dextra sağ akciğerin üst ve orta loplarına dallar verir. A. pulmonalis sinistra ise sol akciğerin iki lobuna dallar verir. Truncus pulmonalis venöz kanı temizlenmek üzere akciğerlere götürür. Venöz kan taşıyan tek arterdir. Kalp ve akciğer arasındaki bu damar küçük dolaşıma dâhildir.

2.1.2. Aorta 

       İnsan vücudundaki en büyük arter aorttur. Sol ventrikülden çıkış yapan aort, karın içinde 4. bel omuru hizasında iki ana iliak artere ( A. iliaca communis dextra ve sinistra) ayrılarak sonlanır. Aortanın uzunluğu 45 cm’dir. Başlangıçta 3 cm olan çapı, uç dallarda 1.5 cm’ye kadar iner. Aorta, içindeki oksijenli kanı tüm organlara dokulara ve hücrelere arteriol ve kapillere ayrılarak iletir. Aorta üç bölümde incelenir.
  • Pars ascendes (aortun çıkan parçası)
  • Arcus aorta (aort kemeri)
  • Pars dessendes (aortun inen parçası)

2.1.2.1. Pars Ascendes (Aortanın çıkan parçası)

          Aortanın sol ventrikülden ilk çıkış yaptığı yerdir. Kalbin dış tabakası olan perikart zarı ile sarılıdır. Pars ascendes 1. sol sternocosteal eklem hizasına kadar yükselir. Bu bölümden seminular valvulun (aort kapağı) hemen üstünde kalbi besleyen a. coronaria cordis sinistra (sol koroner arter), a. coroneria cordis dextra (sağ koroner arter) çıkar. 

2.1.2.2. Arcus Aorta (Aort Kemeri)

      Aortanın çıkan parçasından sonra perikardı geçince başlayan bölümüdür. 4. göğüs omuruna kadar uzanır. Arcus aortadan üç önemli ve büyük arter ayrılır. Ayrılan arterler başın ve üst ekstremitelerin kanlanmasının sağlar. Arcus aortadan ayrılan arterler sağdan sola doğru şunlardır:
  • Truncus brachiocephalicus (kol-baş arteri)
  • Arteria carotis communis sinistra (sol şah damarı)
  • Arteria subclavia sinistra (sol köprücükaltı atardamarı) 


  • Truncus brachiocephalicus (Kol-baş arteri): Aortanın çıkan parçası ile aort kemerinin yatay olarak birleştiği yerden ayrılır ve sağ sternoclavicular eklemin arka yüzünde iki dala ayrılır. Bu dallar a. subclavia dextra (sağ köprücük altı atardamarı) ve a. carotis communis dextra (sağ ana karotis atardamarı) dır.
  • A. carotis communis (şah damar): Sağda truncus brachiocephalicusdan, solda doğrudan aort kemerinden çıkar ve dallara ayrılır. Beynin, başın saçlı derisinin ve yüzün kanlanmasını sağlar. Bu arterlerin her ikisi de troid kıkırdağın üst kenarında a. carotis externa (dış karotis atardamarı) ve a. carotis interna (iç karotis atardamarı) olarak iki dala ayrılır.
  • A. carotis externa (Dış karotis atardamarı): Bu arterin uç kolları: a. temporalis, a. superfaciyalis, a. maksillaristir. Bunların yan dalları tiroide, yüze, yutağa, prevertebral kaslara, art kafaya, kulağa, kulak altı tükürük bezine ve çiğneme kaslarına yayılır.  

2.1.2.3. Pars Descendes 

Aortanın inen parçasıdır. Arcus aortadan sonra 4. göğüs omuru hizasından başlar 4. bel omuru hizasına kadar uzanır. Omurganın sol yanından aşağı inerken sağa kayar, daha sonra vertebralara parelel olarak devam eder. Pars descendes göğüs aortu (aorta thoracica) ve karın aortu (aorta abdominalis) olarak iki kısma ayrılır.

Aorta thoracica (Göğüs aortu): Arcus aortanın bittiği 4. göğüs omurundan başlar aortun diafragmadaki hiatus aorticusa (12. göğüs omuru hizası) kadar devam eder. Aorta thoracicadan göğüs bölümünde bulunan organlara (özofagusa, perikarda, bronşlara ve kaburgalara) dallar ayrılır.

Aorta abdominalis (Karın aortu): Diaframanın aort deliğinden 12. göğüs omuru hizasından başlar, 4. bel omuru hizasında ana iliak arterlere ayrılarak sonlanır. Aorta abdominalisin dalları karın ve pelvis organlarına gider. 


Aorta abdominalisden ayrılan arterler şunlardır:

A. Phrenica inferior (Diaframa atardamarı):
Diyafragmayı besler. Bu arter böbrek üstü bezine de dallar verir.

A. lumbales (Bel atardamarı): Dört çift arterdir. Kaslara ve omuriliğe dallar verir.

Truncus coeliacus: Aorta abdominalisin 12. göğüs omuru ile 1.bel omuru hizasından çıkan 1 cm uzunluğunda kısa kalın koludur. Bu arter üç önemli dal verir. 

Bunlar: 

A. gastrica sinistra: Midenin kanlanmasını sağlar.
A. hepatica communis: Karaciğerin kanlanmasını sağlar.
A. lienalis: Pankreas ve dalağın kanlanmasını sağlar.
A. mesenterica superior: Çölyak arterin yaklaşık 1cm aşağısından karın aortundan çıkar. İnce ve kalın bağırsakların kanlanmasını sağlar.
A. mesenterica inferior: Kalın bağırsağın son iki bölümünün (sigmoid kolon ve rektum) kanlanmasını sağlar.
A. suprarenalis media: Böbrek üstü bezi orta atardamarıdır.
A. renalis: Böbrek atardamarıdır. L1–2 hizasından çıkar. Karın aortunun en büyük çift dalıdır.
A. testicularis/ A. ovarica: Erkeklerde testislerin, kadınlarda ovariumların kanlanmasını sağlayan çift arterdir.
A. sacralis media: Sakral orta atardamarıdır. Sakrumun kanlanmasını sağlar. 23 Aorta abdominalis, 4. bel omuru hizasında bifurcatio aorta adı verilen yerde ikiye ayrılarak sonlanır. Buradan ayrılan arter ve dalları pelvis boşluğundaki organların ve alt ekstremitelerin kanlanmasını sağlar. Bu bölgeleri kanlandıran arterler şunlardır:
A. iliaca communis (Kalça ana arteri): Aorta abdominalisin 4. bel omuru hizasında iki uç dala ayrılmasıyla oluşur. Bu arterlerin sağdakine a. iliaca communis dextra, soldakine a. iliaca communis sinistra denir. Pelvis boşluğu içinde devam eden bu kalın arter dalları pelvis kemiğinin sakrum omurlarıyla birleştiği yerde iki dala ayrılır. Bunlar:
A. ilica interna (Kalça iç atardamarı): Pelvis boşluğu içinde bulunan organlara (genital organlar ve duvarlarını oluşturan yapılar), mesaneye, rektuma, umblikal bölgeye ve pelvis çevresini oluşturan kaslara dallar verir.
A. iliaca externa (Kalça dış atardamarı): Alt ekstremitelerin kanlanmasını sağlar. Ayak parmaklarına kadar uzanır. Geçtiği ve kanlandırdığı bölgeye göre adı değişir. 
A.iliaca externa uyluk ön bölümüne geldiğinde a. femoralis adını alır. Bu arter uylukta aşağıya doğru ilerler diz ardı çukuruna ulaşır ve a. poplitea adını alır. A. poplitea diz ardı çukurunun aşağısında a. tibialis posterior ve a. tibialis anterior adı verilen dallara ayrılır. Bu iki arterin devam eden dalları aracılığıyla bacak ve ayak bölümünün kanlanması sağlanır.


3 Kasım 2016 Perşembe

1. KALBİN YAPISI VE İŞLEVİ

            Dolaşım sistemi, içinde kanın vücuda dağıldığı kapalı bir ağ sistemidir. Vücudun taşıyıcı sistemidir. Dolaşım sistemine kardiyovasküler sistem de denir. Bu sistem kalp ve damarlardan (arterler, venler ve kapiller) oluşur. Ayrıca dolaşım sistemi içinde lenfatik sistem de yer almaktadır. Lenfatik sistem vücuttaki sıvı dengesini muhafaza eder ve vücudu hastalıklara karşı korur.

            Dolaşım sistemi kalp tarafından ritmik hareketlerle pompalanan kanın damarlar vasıtasıyla hücrelere ulaşmasını ve hücrelerde kullanılmış olan kanı yine damarlar vasıtasıyla toplayarak tekrar kalbe dönmesini sağlar.

           Kalp, dolaşım sisteminin motor organıdır. Temel işi kanı pompalamak olan kalp, çizgili kastan yapılı içi boş hayati bir organdır. Çizgili kastan yapılmış olmasına rağmen isteğimiz dışı çalışır. Güçlü kas dokusuyla sürekli kasılıp gevşeyerek kanın damar içinde hareket etmesini sağlar. Vücudun ihtiyaçlarına bağlı olarak kalp dakikada 5 ile 35 litre arasında kan pompalayabilir. Ortalama bir yaşam süresince yaklaşık 300 milyon litre kan pompalar.      



1.1. Kalbin Konumu ve Komşulukları 

       Kalp, göğüs boşluğunda iki akciğer arasında ve sternumun arkasında diyafram kası üzerinde 4. 5. ve 6. “costae”ların arka yüzünde, üçte ikisi orta çizginin solunda, üçte biri sağında yer alan kas dokusundan oluşmuş bir organdır. Tabanı üstte (basis kordis), tepesi altta (apeks kordis) olan kalp bir koniye benzer. Büyüklüğü yaşa, cinse ve kişiye göre değişir. Her kişinin kalbi, kendi yumruğu büyüklüğündedir. Yetişkin bir kadında ortalama 200 – 280 gram, erkekte 250 -390 gr ağırlığındadır.

       Kalbin ön yüzü, os sternum ve ossa costae, alt yüzü diaframa kası, yan yüzleri her iki akciğer ve arka yüzü ise vertebralarla komşudur. 

                                             
1.2. Kalbin Odacıkları 

       Kalbin sağ ve sol kısımları birbirinden bir duvarla (septum) tamamen ayrılmaktadır. Kalp içi boş dört odacıktan oluşmuştur. Bu odacıkları kalbin içini bölen çeşitli duvarlar oluşturmuştur. Septum interatriale (atriumlar arası bölme), septum interventriculare (ventriküller arası bölme) ve septum atrioventriculare (atriumlar ve ventriküller arası bölme) ile kalp bölümlere ayrılmış dört odacık oluşmuştur. Kalbin üsteki odacıklarına kulakçık (atrium), alttaki odacıklarına ise karıncık (ventrikül) adı verilir. Bu odacıklar şunlardır:

  • Sağ kulakçık (atrium dexter)
  • Sol kulakçık (atrium sinister)
  • Sağ karıncık (ventriculus dexter)
  • Sol karıncık (ventriculus sinister)

                                  
      Sağ atrium ve sağ ventrikülün her ikisi birden sağ kalbi oluşturur. Sağ kalpte oksijen bakımından fakir olan venöz (kirli) kan bulunmaktadır. Sol atrium ve sol ventrikül ise sol kalbi oluşturur. Sol kalpte oksijen bakımından zengin olan arterial (temiz) kan bulunmaktadır.

      Sağ kulakçık (Atrium dextrum) 

        Kalbin basis bölümünün sağında bulunur. Sağ atriuma yukarıdan üst ana toplardamar (vena cava superior), aşağıdan alt ana toplardamar (vena cava inferior) açılır. Bu damarlar ile venöz kan kalbe döner.

       Sağ karıncık (Ventriculus dextaer) 

        Piramid şeklinde bir boşluktur. Kalbin ön yüzünün büyük kısmını oluşturur. Bu boşluktan venöz kan akciğerlere pompalanmaktadır. Pompalama görevi nedeniyle duvarı kalındır. Sağ ve sol ventriküller aynı anda kasılır. Kasılan ventrikülden kan akciğer atardamarı (arteria pulmonalis) yolu ile akciğerlere gönderilir.

        Sol kulakçık (Atrium sinistrum) 

      Sol atrium kalbin arkasında, sol üst yanında yer almaktadır. Bu boşluğa, akciğerlerden oksijenlenelerek dönen kanı getiren dört adet akciğer veni (vena pulmonales) açılır. Buraya gelen kan, sol ventriküle geçer.

       Sol karıncık (Ventriculus sinister) 

       Kalbin diyafragmaya bakan yüzünde yer alır. Apex cordis sol ventrikül tarafından meydana getirilmiştir. Sol atriumdan gelen arterial kan, bu boşluktan pompalanmakta ve ana atardamarla (aortae) vücudun en ince kapillerine kadar gönderilmektedir. Pompalama görevinden dolayı duvar yapısı diğer boşluklara göre oldukça gelişmiştir.

 1.3. Kalbin Kapakları 

       Kalpte iki adet atrioventriküler kapak, iki adet de büyük damar kapakları (semilunar kapak) olmak üzere 4 kapakcık bulunmaktadır. Kalp kapakçıklarının amacı kalpte kan akışının yalnızca tek yönde ilerlemesini sağlamak ve kanın geriye dönüşünü engellemektir. Bu kapaklar fibröz yapıda olup kan damarı bulunmaz, beslenmesi diffüzyon yolu ile sağlanır. 

1.3.1. Atrioventriküler Kapaklar 

         Atriumlardan ventriküllere pompalanan kan, ventriküllerdeki basınç atriumlardan daha fazla olduğundan geri dönme eğilimindedir. Atrium gevşediğinde (diastol) kanın geri dönüşünü engellemek için her bir atrium ile ventrikül arasında atriyoventriküler kapaklar vardır. Bu kapaklar, ventriküllerin diastolünde açılarak atriumlardan gönderilen kanın ventriküllere dolmasını sağlar. Ventriküllerin kasılmasında (sistol) ise kapaklar kapanarak kanın atriumlara geri dönmesine engel olur. Bu kapaklar şunlardır:

Triküspid kapak (Valvula tricuspidalis - üçüz kapak): 

       Sağ atrium ve sağ ventrikül arasında yer alan septum inter atrioventriculare üzerinde bulunmaktadır. 

Mitral kapak (Valvula bicuspidalis, valvula mitralis – ikiz kapak): 

       Sol atrium ve sol ventrikül arasında yer alan septum inter atrioventriculare üzerinde bulunmaktadır. 

1.3.2. Semilunar Kapaklar 

       Bu kapaklar, ventriküllere bağlanan büyük damarların açılma delikleri ağzında yer alır. Kapandıklarında yarım aya benzer. Ventriküllerin sistolünde açılarak kanın kalpten arterlere atılmasını; ventriküllerin diastolünde ise kapanarak atılan kanın ventriküllere geri dönüşünü önler.
Bu kapaklar şunlardır:

  • Valvula trunci pulmonalis: Akciğerlere kanı götüren a. pulmonalisin ağız kısmında, sağ ventrikülden pompalanan kanın geri dönüşünü önleyen üç tane yarım ay şeklindeki kapaklardır.
  • Valvula aortae: Aortun sol ventrikülden çıkış kısmında yarım ay şeklinde üç tane seminular kapak bulunmaktadır. Bu kapaklar sol ventrikülden pompalanan kanın geri dönüşünü önler. 

                                     

1.4. Kalbin Damarları 

       Kalp de tıpkı diğer organlarda olduğu gibi hücrelerden oluşur ve oksijenlenmesi yani beslenmesi gerekir. Her ne kadar kalbin dört odacığı kanla dolu olsa da kalp, kendi içindeki kanla değil aort damarından ayrılan sağ ve sol kalp atardamarlarından beslenir. Kalbi besleyen bu damarlara koroner arterler (a. coronaria) denir. Bunlardan sağda olanına sağ koroner arter (a. coronaria dextra), solda olanına sol koroner arter (a. coronaria sinistra) denir. Başlangıçta iki ana dal hâlinde olan bu arterler daha sonra kollara ve dallara ayrılarak tüm kalbi besler.

        Kalbin venöz kanı; vena cordis magna, vena cordis media ve vena cordis parva adı verilen venler tarafından toplanır. Venler topladıkları venöz kanla birlikte sinus coronariusa açılır. Bu ven de atrium dextere açılır

   
        

1.5. Kalbin Tabakaları

       Kalbi saran üç tabaka vardır. Kalbi saran bu tabakalar; en dışında dış tabaka pericardium veya epicardium, orta tabaka myocardium, iç tabaka endocardiumdur.

                                       
Dış tabaka (Pericardium)

       Kalbi dıştan bir torba gibi saran fibro seröz yapıda bir zardır. Bu zar, perikardiyum fibrosum ve perikardiyum serosum olmak üzere iki tabakadan oluşur. Perikardiyum fibrosum kalbin ve kalpten çıkan damarların dışını sarar. Perikardiyum serosum; lamina parietalis ve lamina vicceralis (epicardium) olmak üzere iki yapraktan oluşmuştur. Bu yaprakların arasında kalbin hareketlerini kolaylaştıran liquor pericardii denilen az miktarda bir sıvı bulunmaktadır.

Orta tabaka (Myocardium)

       Kalbin kas tabakasıdır. Kaslar, enine çizgilenme göstermektedir. Bu kaslar çizgili olmasına rağmen isteğimiz dışı çalışan kaslardır. Kalbin en kalın tabakasıdır. Pompalama görevi gören ventriküller de atriumlara göre özellikle sol ventrikülde daha kalındır. Kalbin uyarı ve ileti sistemine ait hücreler, sinirler ve kalbi besleyen koroner damarlar bu tabakada bulunur.

İç tabaka (Endocardium)

        Yassı, tek katlı epitel hücrelerden yapılmış olan bu zar, kalbin iç yüzeyini örten zardır. İçeriye doğru uzantılar vererek kalpteki dört kapağın esasını oluşturur. Bu tabakada kan damarı bulunmaz.

1.6. Kalbin Çalışması 






         Kalp kası sinirsel impulsa gereksinimi olmayan, kendi uyarılarını kendi oluşturabilen bir kastır. Ancak kalbin çalışması otonom sinir sisteminin denetimi altındadır. Sempatik sinirler kalbin ritmik kasılma ve gevşeme hareketlerini hızlandırırken parasempatik sinirler yavaşlatılmasını sağlar.

         Kalp, sürekli kasılıp gevşeyerek çalışır. Kalbin kasılmasına “sistol”, gevşemesine “diastol” denir. Kalpte her iki atrium ve her iki ventrikül birlikte kasılır ve gevşer. Atriumlar ve ventriküllerin kasılıp gevşemesi kanın hareketi için itici bir güç oluşturur. Bu kasılıp gevşeme birbirine zıttır. Atriumların her ikisi aynı anda sistol durumundayken ventriküller diastol durumuna geçer. Kalbin bir sistol ve diastol hareketine bir kalp atışı denir.

          Kalp atışı yetişkin bir insanda dakikada 60–80 ortalama 70’dir, çocuklarda bu sayı dakikada 90–140 arasındadır. Atriumlar diastolde kanla dolar. Kanla dolduktan 0,1 saniye içinde sistol dönemi başlar. Bu dönemde ventriküller diastol hâlinde olup basıncın etkisiyle sağ atrium ve sağ ventrikül arasındaki triküspit, sol atrium ve sol ventrikül arasındaki mitral kapakçıklar açılır. Böylece atriumlardaki kan atrio- ventriküler deliklerden ventriküllere geçer ve ventriküller kanla dolar. Ventriküllerin sistolünde artan basıncın etkisiyle triküsbit ve mitral kapaklar kapanır. Böylece kanın atriumlara geri dönüşü engellenir.

        Sağ ventriküldeki venöz kan a. pulmonalis (akciğer atardamarı) girişindeki seminular kapakçıkların açılmasıyla akciğerlere, sol ventriküldeki arteriyal kan ise aort girişindeki valvula aortun açılmasıyla aorta, oradan da tüm vücut dokularına dağılır.

1.7. Kalbin Uyarı ve İleti Sistemi

         Kalbin atrium ve ventriküllerinin kesintisiz bir şekilde sistol ve diastolünü sağlayan özel bir yapısı vardır. Kalbin bu işini düzenli bir şekilde idare eden ve içinde sinir elemanları bulunan özel karakterdeki kas demetine “kalbin uyarı ve ileti sistemi” denir. Bu sistem; özel hücre kümeleri, demetleri ve liflerden oluşur. Uyarı ve ileti sistemi; sinoatrial düğüm (SA), atrioventriküler düğüm (AV), atrioventriküler demet (his demeti) ve purkinje lifleri olmak üzere dört bölümden meydana gelir. Bunlardan ilk ikisi uyarı, diğer ikisi ileti sistemidir.

2 Kasım 2016 Çarşamba

3. AKCİĞER HASTALIKLARI


 Akciğerler plevral zarlarla kaplı büyük süngerimsi organlardır. Göğüs boşluğunda bulunur. Solunum organı olan akciğerlerin inspirasyon (nefes alma) ve ekspirasyon (nefes verme) görevleri vardır.
Solunum sisteminin irritasyonu hastalıklara neden olur. Kirli havanın solunması ve sigara içilmesi solunum sistemi hastalıklarının temel sebebidir. Bu hastalıklardan toplumda sık görülenler aşağıda anlatılmıştır.

3.1. Pnömoni 
  • Akciğer parankim dokusunun enfeksiyonudur. Pnömonide bir tek hastalık seyri yoktur. Hastalığın seyri; etken mikroorganizmalara, kişinin bulunduğu ortama ve akciğerlerde hasara uğrayan yerin büyüklüğüne göre değişir.
                                       
 

Etyoloji  
  • Pnömoni; organizmanın savunma mekanizmasının  yıkımına bağlı olarak ortaya çıkar. Birçok bakteri türü pnömoniye neden olabilir. Antibiyotiklerin kullanılmaya başlanması ile pnömoni mortalitesi düşmüş ise de insan ömrünün uzaması ve yaşlı nüfusun artmasına bağlı mortalite oranında tekrar artışlar görülmektedir.  
  • Pnömoniler, mikroorganizmanın akciğerlerde yayıldığı alana göre  farklı isimler alır. Bu pnömonilerden sık görülenler aşağıda anlatılmıştır.
                                      


3.1.1. Lober Pnömoni (Pnömokok Pnömonisi) 
  • Akciğer loblarının bir ya da birkaçının enfekte olmasıdır. Lober pnömoninin klasik tipini, Pnömokok pnömonisi oluşturmaktadır. Enfeksiyon, bir ya da birkaç lobda ya da aynı şekilde segmentlerde gelişebilir
Etyoloji  
  • Etken pnömokoklardır. Bunlar, nazofarenks mukozası florasında olabilir ve zaman zaman herkeste bulunabilir. İleri yaşta olanlarda, alkol alanlarda, konjestif kalp yetmezliği, kronik karaciğer yetmezliği, malign hastalığı olanlarda, immünosüpresif ilaç ve kortikosteroit kullananlarda vücut direnci azaldığı için daha fazla görülür. Hastalık, akut başlar. Boğaz sekresyonunun alt solunum yollarına aspire edilmesi ile etken, akciğerlere ulaşır ve enfeksiyon yapar. 
Belirti ve bulgular 
  • Genellikle hastalığın öncesinde üst solunum yolu enfeksiyonu vardır.   
  • Aniden başlayan ve 15 - 45 dakika süren titreme,
  • 39 – 40 °C’ye varan ateş,
  • Kırgınlık ve yorgunluk,  
  • Yan ağrısı (Enfeksiyonun olduğu akciğer bölgesinde, öksürükle artar),
  • Öksürük (ilk iki gün kurudur.),
  • Yüzde kızarıklık,
  • Siyanoz,
  • Dispne,
  • Kiremit renginde, paslı yapışkan balgam görülmeye başlar (2. dönemde, kırmızı hepatizasyon dönemi)
Komplikasyonlar
  • Periferik vasküler kollaps,
  •  ampiyem,
  • delirium tremens,
  • akciğer apsesi,
  • plörezi,
  • akut orta kulak iltihabı
  • akut sinüzit,
  • paralitik ileusdur
Tanı yöntemleri 
  • Akciğer grafileri, tam kan tetkikleri, sedimentasyon hızı, idrar tetkikleri, serolojik testler, balgamın incelenmesi  balgam ve kan kültürü ile tanı konulur.  
Tedavi  
  • Etkene ve semptonlarayönelik tıbbi tedavi yapılır
3.1.2. Lobüler Pnömoni (Bronkopnömoni)  
  • Daha çok küçük çocuklarda görülen pnömoni şeklidir. Lobüler pnömoniye bronkopnömoni de denilir. Bu tip pnömonilerde, enfeksiyon önce hava yollarında daha sonra etraf dokularda gelişir. Lobüler pnömonide bir ya da birden fazla sahada enfeksiyon vardır.  
Etyoloji  
  • En sık 3 ay- 3 yaş arasında  kış aylarında görülür. Bakteriyel veya viral kaynaklı olabilir. Daha çok üst solunum yolunun viral enfeksiyonundan sonra görülür. Malnütrisyon, geçirilen diğer enfeksiyonlar, raşitizm risk faktörleri arasındadır. Etken alt solunum yoluna ulaştığında, önce bronşlarda daha sonra alveollerde enflamasyona neden olur. Enfeksiyonu, lober değil lobüler yapar.   
Belirti ve bulgular
  • Burun kanadı solunum,
  • 39 - 40°C olan ateş,
  • Siyanoz,
  • Dispne, taşipne, yüzeysel solunum,
  • Interkostal ve supraklavikular çekilme,
  • Öksürük,
  • Lökositoz, sedimentasyon hızının artmasıdır
Komplikasyonlar  
  • Ampiyem, akciğer apseleri, orta kulak iltihabı (otitis media) dır. 

Tanı Yöntemleri


  • Akciğer grafileri, tam kan sayımı, sedimentasyon hızı gibi incelemeler ve fiziksel muayene ile tanı konulur
Tedavi
  • Etken tespit edildikten sonra uygun antibiyotik tedavisine başlanır. Semptomlara yönelik tedavi uygulanır. 
3.2. Plörezi (Plörit)
  • Plevranın enflamasyonudur. Bu enflamasyon, hem paryetal hem de visseral plevrayı kapsar.  
Etyoloji 
  • Plörezinin oluşumu ve gelişimi tek başına değildir. Alt ve üst solunum yolu enfeksiyonuna bağlı olarak gelişir. Pnömoni tüberküloz, kollajen hastalıklar, göğüs travması, pulmoner enfarktüs, pulmoner emboli, torakostomi ve metastatik kanser ile bağlantılı olabilmektedir.   


Belirti ve bulgular  


  • Kuru öksürük,
  • Ateş,
  • Halsizlik,
  • Soluk alıp verme ile artan ağrı (Özellikle inspirasyonda, plevral zarların birbirine sürtünmesine bağlı olarak bıçak saplanır gibi ağrı olur. Hasta soluğunu tuttuğunda ağrı azalır.),
  • Yüzeysel solunum (Solunum ağrıyı artırdığı için hastalar yüzeysel solunum yaparlar.) görülür. Plevralar arası sıvı oluşmaya başlayınca sürtünme olmayacağından ağrı da olmaz.  


Tanı yöntemleri


  • Göğüs grafileri çekilir. Ayrıca plevral sıvı, torasentez  ile tanı konur. Balgam çıkarılıyorsa balgam muayeneleri yapılır.
Tedavi
  • Plöreziyi oluşturan nedene göre tıbbi tedavi yapılır. 
3.3. Ampiyem  
  • Plevral kavitede pürülan sıvı toplanmasıdır.
Etyoloji

  • Ampiyem, genellikle alt solunum yollarına ait enfeksiyon sonrasında gelişir. Örneğin, pnömoni, akciğer apsesi, tüberküloz vb. Ayrıca; göğüs cerrahileri, bıçak ve kurşun yaralanmaları sonrasında komşu organların enfeksiyonunun yayılmasıyla da ampiyem gelişebilmektedir.
Belirti ve bulgular 
  • Ateş (Yüksek ve bacaklıdır.),
  • Iştahsızlık, kilo kaybı,
  • Gece terlemesi,
  • Plevral ağrı,
  • Öksürük,
  • Dispne,
  • Lökositoz vardır.

Komplikasyonlar
  • Pnömotoraks, beyin apsesi, endokardit, fistül gelişebilir. Hasta bol miktarda kokulu, iltihaplı balgam çıkarmaya başlar.
Tanı Yöntemleri  


  • Fiziksel muayene, anemnez alınması, akciğer grafileri ve torasentezle alınan sıvının incelenmesiyle tanı konur.
Tedavi 
  • Tıbbi tedavi uygulanır.
3.4. Pnömotoraks




  • Paryetal ve visseral plevra arasında hava toplanmasıdır 
Etyoloji  
  • Pnömotoraksın oluşmasına neden olan birçok durum söz konusudur.
  • Amfizem,
  • Astım,
  • Malign hastalıklar,
  • Göğüs travmaları,
  • Kalp ve göğüs ameliyatları sonrası durumlar,
  • Göğüs duvarına yapılan tedavi amaçlı çeşitli müdahaleler,
  • Bazen de sebebi belli olmadan, bilinmeyen nedenle pnömotoraks gelişebilir. 
  • Pnömotoraks üç Ģekilde görülür. Bunlar
3.4.1. Kapalı pnömotoraks 
  • Hava, plevral boşluğa yırtılan alveol ya da bronşlardan geçer. Bu geçişle basınçta değişimler olmaz. Çünkü hava, atmosfer havası değildir
3.4.2. Açık pnömotoraks
  • Hava, plevral boşluğa atmosferden girer. Çünkü viseral plevra travma sonucunda yırtılır. Atmosfer havası inspiryumla plevraya girer, ekspiryumlada dışarı atılamaz ve bronşlara doğru geçer. Bu durum acil müdahale gerektirir. Travma sonucu açılan kısım, derhal kapatılmalıdır. Hastane şartlarına ulaşılıncaya kadar elle, mendille, havluyla ya da buna benzer bir cisimle açıklık kapatılmalıdır.
3.4.3. Spontan-Ventil (Basınçlı Pnömotoraks)

  • Inspiryumla hava, plevral boşluğa girer; ancak ekspiryumla dışarı çıkamaz ve hava, plevrada birikir. Bunun sonucunda plevrada basınç artar. Bu basınçta mediasteni karşı tarafa iter ve büyük damarların bükülmesine, kapanmasına yol açabilir. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Hastanın genel durumu ani olarak bozulur, tansiyon düşer acil müdahale gerekir.
Belirti ve bulgular:
  • Pnömotoraksın geliştiği bölgede ani ve şiddetli ağrı,
  • Nefes darlığı,
  • Yeterli solunum yapılamaması,
  • Taşikardi,
  • Solunum sayısında azalma,
  • Siyanoz,
  • Hipotansiyondur.

Komplikasyonlar 
  • Kardio vasküler anomaliler, plevral fistüllerdir 
Tanı Yöntemleri
  • Fiziksel muayene, anemnez alınması ve çekilen akciğer grafileri ile tanı konur.
Tedavi 
  • Hastane ortamında  tedavisi gerekir.
3.5. Hematoraks 
  • Plevral boşlukta kan toplanmasına hematoraks denir.
Etyoloji  
  • Çok defa travmatiktir. Delici ve batıcı yaralanmalarda, kaburga kırıklarında, yaralanmalarda, plevrada kan toplanabilir. Ayrıca habis tümör ve akciğer embolisinde de görülebilir. Plevra çok ciddi rezorbe etme gücüne sahiptir; ancak bazı durumlarda  plevradaki kan pıhtılaşır ve solid bir kitle görünümü verebilir. Hematoraks, travma nedeniyle gelişirse hızlı ve çok kanama olabilir. Travma dışında gelişen hematorakslarda ise kanama yavaş olur.  
Belirti ve bulgular 
  • Dispne,
  • Göğüs ağrısı,
  • Hipotansiyon,
  • Siyanoz,
  • Taşikardi,
  • Taşipnedir.
Komplikasyonlar 
  • Plevral hematorakslarda gelişen en ciddi komplikasyon, enfeksiyon ve ampiyemdir. 
Tanı yöntemleri  
  • Fiziksel muayene, anemnez alınması, çekilen akciğer grafileri ve torasentez  ile tanı konur.
Tedavi  
  • Plevra boşluğuna biriken kan boşaltılır. Boşaltılmazsa yaygın fibrozise neden olur. Bu da ilerde solunum fonksiyonlarının azalmasına yol açabilir.
3.6. Hidrotoraks  
  • Plevra boşluğuna sıvı birikmesidir. 
Etyoloji  
  • Sıvının toplanma nedenleri:
  • Konjestif kalp yetmezliği,
  • Perikardit,
  • Nefrotik sendrom,
  • Siroz,
  • Hipoalbüminemik haller,
  • Selim over tümörleridir.
  • Kanserlerde ve tüberkülozda hemorajik (kanlı) eksuda görülür. 
Belirti ve bulgular

  • Hidrotoraks geliştiğinde hastada;
  • Kuru öksürük, bazen balgamlı öksürük,
  • Dispne (Sıvı alt loblarda kollaps oluşturacak kadarsa hastada ciddi solunum sıkıntıları görülür.),
  • Taşikardi,
  • Terleme,
  • Halsizlik,
  • Enfeksiyon gelişmişse ateş olur.  
  • Hidrotoraksta yan ağrısı yoktur (Pnömotoraksta ve hemotoraksta ağrı vardır).  
Tanı yöntemleri
  • Akciğer grafileriyle ve torasentezle tanı konur, enfeksiyon açısından değerlendirilir   
Tedavi 
  • Sıvı, torasentezle boşaltılır. Enfeksiyon varsa uygun antibiyotik verilir.
3.7. Atelektazi   
  • Alveollerin kollapsıdır (havalanamaması). Bazen akciğerin belirli bir bölgesinde, bazen de akciğerin tamamında görülebilir. Bronş ve bronşiollerin herhangi bir nedenle tıkanması sonucu alveoller havalanamaz ve kollabe (büzüşme) olur.
Etyoloji
  • KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı), bronşektazi, hareketsizlik, nazogastrik beslenme, batın ve göğüs ameliyatları sonrası vb. durumlarda atelektazinin ortaya çıkma olasılığı fazladır.  
  • Atelektazi gelişiminde en çok iki neden gösterilmektedir;
  • Solunum yolu tıkanması: Birçok küçük bron ya da büyük bronşların müküs tıkacı ile tıkanması sonucu gelişir. Tıkanma nedeni bazen tümörler de olabilir.
  • Sürfaktan eksikliği: Sürfaktan madde, alveol yüzeyini kaplayan sıvıya denir. Alveol epitelinden salgılanır. Bu madde, alveollerin yüzey gerilimini 2-10 kat azaltır ve normal akciğerlerin kollabe olmasıını önler. Ancak bazı durumlarda azalır ve bu azalma atelektaziyi ortaya çıkaracak kadar önemlidir.
Belirti ve bulgular
  • Öksürük,
  • Balgam,
  • Hafif ateş,
  • Geniş alanları kaplayan atelektazi mevcutsa;
  • Solunum sıkıntısı,
  • Dispne,
  • Siyanoz,
  • Taşikardi,
  • Takipne,
  • Plevral ağrı vardır.  
Komplikasyonlar 

  • En çok görülen komplikasyon pnömonidir
Tanı Yöntemleri  
  • Geniş alanlarda oluşan atelektazi mevcut ise tanı düz akciğer grafileri ile konur. Arteriyel parsiyel oksijen basıncına bakılır, pulmoner ödemde basınçda düşme vardır.
Tedavi
  • Tıbbi tedavi yapılır.  
3.8. Pulmoner Ödem
  • Akciğerler kan damarlarındaki basınç, çeşitli nedenlerle normalin üstüne çıkar. Bu aşırı yükselme kılcal damarlar içindeki kanın alveoller içine girmesine neden olur. Alveollerin kan ile dolması da oksijenlenmeye engel olur, bu durum akciğer (pulmoner) ödemi olarak adlandırılır. Akciğer ödemi zamanında tedavi edilmezse ölümcüldür.


Etyoloji
  • Akciğer ödemi genellikle kalp problemleri nedeniyle ortaya çıkar. Kalp krizleri, Mitral ve aort kapağı hastalıkları, kalp dışında akciğer iltihabı (pnömoni), belli toksinlere veya ilaçlara maruz kalma, nadiren de yüksek irtifa da nedenler arasındadır. 
                                         


Belirti ve bulgular 
  • Nedene bağlı olarak, akciğer ödeminin belirtileri aniden ortaya çıkar ya da haftalar veya aylar içinde yavaş yavaş gelişebilir. Ani gelişen akciğer ödeminde belirti ve bulgular çoğunlukla oldukça ciddidir:  
  • Ciddi nefes darlığı veya solunum güçlüğü,
  • Boğulma hissi,
  • Hırıltılı yada iç çekerek soluma,
  • Pembe ve köpüklü balgam, 
  • Aşırı terleme,
  • Soluk ve nemli deri,
  • Eğer neden koroner arter hastalığı ise, eşlik eden göğüs ağrısı,
  • Huzursuzluk ve endişe.

Tanı Yöntemleri
  • Anamnez, fizik muayene, laboratuar incelemeleri (tam kan, üre, kreatin, serum protein, albumin seviyeleri, arteryel kan gazı) akciğer grafi, EKG, akciğer fonksiyon testleri tanı koymada yardımcı olur.  
Tedavi
  • Tıbbi tedavi yapılır.
3.9. Amfizem  
  • Vücudun herhangi bir yerinde patolojik olarak hava toplanmasıdır. Solunum sisteminde ise amfizem, akciğerlerin terminal bronşiollerinin distalindeki hava yollarının genişlemesi ve normalden fazla hava dolması demektir. 
                                      


Etyoloji 

  • Sigara ve hava kirliliği gibi irritanlar, uzun süren ve ağır geçen nöbetlerle gelen astım, sosyo-ekonomik şartlar, kötü hijyen, yeterli beslenememe enfeksiyonları artırır. Bronşit, bronkopulmoner enfeksiyonlar, tüberküloz, bronşektazi vb. hastalıklar, amfizem nedenleri arasındadır.

 
Belirti ve bulgular

  • Kronik öksürük (Öksürükle özellikle sabahları zorlukla çıkarılan beyaz müköz balgam vardır.),
  • Hırıltılı solunum (wheezing),
  • Hipoksi,
  • Bol miktarda pürülan balgam,
  • Hiperkapni (kanda korbondioksit miktarının artması),
  • Dispne (Başlangıçta eforla gelir, hastalık ilerledikçe istirahat hâlinde de dispne görülür.) vardır. 
  • Hastalığın ilerleyen dönemlerinde;   
  • Çok çabuk yorulma,
  • Iştahsızlık,
  • Halsizlik,
  • Fıçı göğüs (Göğüs çeperinin ön ve arka kısmının genişlemesi sonucu olur.),
  • Ekspirasyonun zorlu olması ve uzaması (En karakteristik özelliğidir) görülür.  

Tanı Yöntemleri 


  • Fizik muayene, akciğer grafileri, solunum fonksiyon testleri, bilgisayarlı tomografi, laboratuvar tetkikleri yapılır. Özellikle tam kan sayımı yapılır. Eritrosit sayısı artmıştır (polisitemi).  


Tedavi


  • Tıbbi tedavi uygulanır. Sigara içenlere sigara içmemesi önerilir. 

3.10. Akciğer Tümörleri  
 
  • Trakea, bronş, bronşiol ve alveollerde gelişir. Solunum sistemi epitelinde geliştiği için bronkojenik kanser olarak da nitelendirilir. Akciğer kanserleri malign ve selim tümörler olarak iki şekilde görülür. Malign tümörler, akciğer kanseri olarak ifade edilir. Akciğer kanserleri, toplumda en sık görülen ve ölüm oranı en yüksek olan kanser türüdür.
                                          
   
Etyoloji
  
  • Akciğer kanserinin nedenlerinin başında hava kirliliği ve sigara gelmektedir. Ayrıca aromatik hidrokarbonlar, arsenik, kömür ve petrolün yan ürünleri, iyonize radyasyon, asbestler ve bunlar gibi etkenler akciğer kanserine neden olmaktadır.

Belirti ve bulgular
  
  • Akciğer kanserlerini erken tespit ettirecek herhangi bir bulgu yoktur. Sistemik belirtileri:
  • Zayıflama,
  • Iştahsızlık,
  • Halsizlik,
  • Hemoptizi,
  • Wheezing,
  • Stridor, (ıslığa benzer, kaba, yüksek frekanslı ek solunum sesi)
  • Amfizem,
  • Atelektazi,
  • Göğüste derinden gelen künt ağrı,
  • Ağrı, (Paryetal plevraya, kostaların periost tabakasına metastaz olduğunda ortaya çıkar.),
  • Öksürük (Tümörün yaptığı irritasyona bağlı olarak geliĢir),
  • Dispne (tıkanmaya bağlı) vardır.  
  • Akciğer kanserinde genel sistemik belirtilerle birlikte başka organlara metastaz yapmışsa, metastaz yaptığı organa göre farklı belitiler de görülür.
  
Tanı Yöntemleri 
 
  • Akciğer grafileri önce olmak üzere birçok yöntem kullanılır. Bunlar: 
  • Bilgisayarlı tomografi (Özellikle PET (pozitron emisyon tomografi) tercih edilmektedir.),
  • Biyokimyasal testler,
  • Akciğer fonksiyon testleri ,
  • Torasentez,
  • Biyopsi,
  • Torakotomi,
  • Kemik sintigrafisi ve magnetik rezonans görüntüleme (Kemik ağrısı ve alkalen fosfatezin yüksek olduğu durumlarda yapılması tercih edilir.)dir.
  • Balgamın sitolojik incelemesi yapılır. Burada tümör hücreleri görülebilir. 
  
Tedavi  
 
  • Tıbbi ve cerrahi tedavi uygulanır.